Gözlerime yaşlar sıkış tepiş gelir.
Dolup taşar damlalar. Ellerim nereye gideceğini bilmez, bakışlarım boşalır. Ne
düşündüğümü bilmeden, ne yazacağımı düşünmeden kağıdı kalemi alırım elime.
Alırım elime kalemi karalarım öylesine. Sonra bir manzara çıkar karşıma. Bir
şehir, gece çökmüş dizlerine.
Dalgalar durulmuş dinlenmekte. Yakamoz vurur kordondaki banklara, yapayalnız
sandallar. Kum hala sıcak, sabahtan kalma biraz yorgun, ancak sıcak. Çıplak
ayaklarıma giriyorum kumsala, deniz hafif serinletiyor, kan basıncımdan
ayaklarım yine ısınıyor. Kum sanki güneşi içine hapsetmiş. Yürüyorum hayâsız,
basiretsiz. Sallana sallana yürüyorum biryere… Elimde bir şişe şarap, benden
önce o bitmiş sanki… Sonra aklımdan hiç çıkmayan o güzel kızı görüyorum
ileride, o da benim gibi belki. O da avare…
Aklımdan kaçıp dışarı mı çıkmış diyorum kendime, o
gülümseyip beni sarhoş ettikçe. Sonra gözlerime bakıp konuşturmaya başlıyor
gözlerini. “Sen” diyor, “ben diyor, “gel” diyor, “git” diyor. O da benim gibi
bu konuda, karalıyor. Yüreğim bir sızlar, bir cızlar, bir parlar oluyor. Ama
gönül işte, karşı koyulmuyor. Kadife tenine tutunur ellerim, yürürüz birkaç
adım. Sonra uzanırız yılların yorgunluğunu atar gibi. Yıldırırız kumları kum
olduğundan. Öylece uzanırız, yıldızlara komşu olmak gibi. Bir gözlerimize
bakarız, bir yıldızlara. Yıldızlardan bir parça koyarız her seferinde
birbirimizin gözyaşlarına. Öyle sıcaktır ki elleri. Kumlar soğur o an, öyle
güzeldir ki saçları onun, durulur dalgalar, söner yakamozlar. Parlar sevdiğim
bir nur gibi. Ay söner, utanır belki, çeker gider. İskelenin tahtaları ağlar
bazen, ağlar bu yüksek sesli sessiz aşka. Onlar bile isyan eder bir hayalden
ibaret olmamıza. Sonra şarkı sona erer, uyanır zihnim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder