28 Şubat 2014 Cuma

Bir Küçük Masal...

Gözlerime yaşlar sıkış tepiş gelir. Dolup taşar damlalar. Ellerim nereye gideceğini bilmez, bakışlarım boşalır. Ne düşündüğümü bilmeden, ne yazacağımı düşünmeden kağıdı kalemi alırım elime. Alırım elime kalemi karalarım öylesine. Sonra bir manzara çıkar karşıma. Bir şehir, gece çökmüş dizlerine. Dalgalar durulmuş dinlenmekte. Yakamoz vurur kordondaki banklara, yapayalnız sandallar. Kum hala sıcak, sabahtan kalma biraz yorgun, ancak sıcak. Çıplak ayaklarıma giriyorum kumsala, deniz hafif serinletiyor, kan basıncımdan ayaklarım yine ısınıyor. Kum sanki güneşi içine hapsetmiş. Yürüyorum hayâsız, basiretsiz. Sallana sallana yürüyorum biryere… Elimde bir şişe şarap, benden önce o bitmiş sanki… Sonra aklımdan hiç çıkmayan o güzel kızı görüyorum ileride, o da benim gibi belki. O da avare…

Aklımdan kaçıp dışarı mı çıkmış diyorum kendime, o gülümseyip beni sarhoş ettikçe. Sonra gözlerime bakıp konuşturmaya başlıyor gözlerini. “Sen” diyor, “ben diyor, “gel” diyor, “git” diyor. O da benim gibi bu konuda, karalıyor. Yüreğim bir sızlar, bir cızlar, bir parlar oluyor. Ama gönül işte, karşı koyulmuyor. Kadife tenine tutunur ellerim, yürürüz birkaç adım. Sonra uzanırız yılların yorgunluğunu atar gibi. Yıldırırız kumları kum olduğundan. Öylece uzanırız, yıldızlara komşu olmak gibi. Bir gözlerimize bakarız, bir yıldızlara. Yıldızlardan bir parça koyarız her seferinde birbirimizin gözyaşlarına. Öyle sıcaktır ki elleri. Kumlar soğur o an, öyle güzeldir ki saçları onun, durulur dalgalar, söner yakamozlar. Parlar sevdiğim bir nur gibi. Ay söner, utanır belki, çeker gider. İskelenin tahtaları ağlar bazen, ağlar bu yüksek sesli sessiz aşka. Onlar bile isyan eder bir hayalden ibaret olmamıza. Sonra şarkı sona erer, uyanır zihnim… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder